7 Ocak 2020 Salı

Fallen
























Neden düşeriz ?
Gördüklerimize katlanamadığımız için..
Belki de geride bıraktıklarımız için..

 Akşamın karanlığı üzerime sinmiş yavaşça sigaramdan nefes alıyorum. Böyle zamanlarda düşünceler hiç olmadık şekilde karşımıza çıkarlar. Bazen umutlu bir hayalin kötü bir yansıması gibi gözükürler. Bazen de hiç olmadık bir karamsarlık koyarlar önümüze. Biz yorgunlar, önümüze ne gelirse onu yaparız. Ne denirse onu yapar, bir hayalden, bir ideadan uzak sessiz sakin yaşarız. Artık bu hale büründüm evet. Eskiden bir amacım, bir zaafım, bir hırsım, bir hayalim, bir planım vardı...

 Şimdi dünyanın en büyük savaşını veriyorum; ben İmparator Neron. Boğazı geçen bir takanın altına halatla bağlanmış sürükleniyorum suyun içinde boğula boğula; ben Pargalı İbrahim. Yazdıklarım, gördüklerimin yarısı bile etmezken, ölümün ellerini avuçlarımın arasına alıp aşkımı ilan ediyorum; ben Şems-i Tebrizi. Kafamı kaldırdığımda gökyüzüne, gördüğüm tek şey gökyüzü değil artık; Ben Hazreti Yusuf. Aldım tüm tedbirleri ve sakladım kendimi kendime, bilemedim benmişim bunu kendime eden; ben beni öldürdüm..

Ne kadar hesap etsem, o kadar açık çıkıyor.

29 Ekim 2017 Pazar

Bu Nasıl Sevda

https://www.youtube.com/watch?v=S9fxdIUzX-Y
 Hayat, karmaşanın özveri ile birleştiği derin boşluğumuzla birlikte yüzdüğümüz yegâne denizimiz. İnsanın en derinlerine gömülü tüm yazıtları çözmeye zamanımız yetmeyecek. Düşünce gücümüzün sınırlarını kapsayan tüm o varsayımsal düşler, geride kalan tüm yaşam tecrübesi içeren olaylarla birlikte bizi yalnızca tek bir soruyu cevaplamaya mahkum kılıyor. Çoğumuz bunun anlamını çözemeden ölüme koşuyoruz. Kimimiz cevabı bulduğumuzu düşünerek avutuyoruz kendimizi. Çok azımız ise burada yaşamıyor artık. Özellikle ölü taraflarımıza tutunmamız kaderin bize yaptığı küçük şakalardan biri mi, yoksa anılarımızda yaşamak daha mı kolay geliyor bilmiyorum. Bildiğim şeyler arasında bir seçim yapmak zorunda kalsaydım, bilmediklerimi düşünerek mahvederdim ömrümü. İyi ki seçim hakkı bizde değil de, biraz olsun isyan bayraklarımızı başka topraklara dikebiliyoruz. Hepsinin ötesinde ortaya çıkmak isteyen belli başlı bir kaç yolumuz var. Gideceğimiz yolların sonucunu bilmemenin verdiği korku ve heyecana tutkunuz. Öyle tutkunuz ki, tutkunun ne kadar zarar verici olduğunu gördüğümüzde tüm güzelliklerimizi kaçırıyoruz. Verebileceğimiz onca kararın arasında önceden verilmiş olanlardan bir kaçı ile yaşlanıp gidiyoruz.

 Boş vermek... Çoğu insanın yalnızca korktuğunda kullandığı bir yaşam biçimi. Günümüzde insan ömrünün belli evrelerinde harekete geçirebildiği kalbinin sesini dinleme eyleminden çok uzakta olsa da, akıllarımızda yer etmiş özelliklerinden bambaşka bir boyutta karşımıza çıktığı zamanlar oluyor. Öyle ki bu güçlü duygu asla tek başına ortaya çıkamaz. Zaman spirallerimizin mükemmel paralellikte ilerlediği zamanlarda, bazı mantık hataları mı yoksa kaderin huşu içerisinde olduğu vakitlerindeki tatlı dokunuşları mı bilmem, bir şeyler ters gidiyor ve insanoğlu birden fazla seçim arasında anda asılı kalıyor. İnsan yapısının yegâne özelliklerinden biri olan çapraz dengeleme hayatlarımızın her yönünde işler halde devam ederken, bu olanlara çok da tuhaf gözle bakmamak gerek. Çoğunlukla karşımıza iki farklı seçenek olarak çıkan bu aslında dalavereden uzak dönüm noktaları, bizi sınamanın en garanti sonuç veren yoludur. Kapsamında yapılan tüm seçimlerin genel ömrümüzde makro yahut mikro şekilde etkiler göstereceğini aklımızdan çıkarmak için uğraştığımız tüm eylemler toplumda saygın konumlarda olmamızı sağlıyor.

 Ve dağılıyor büyük sis perdesi. Her şeyi boş gören gözlerimiz yaşlarla doluyor, akıyor savunmasız dudaklara. Boş vermenin tatlı rahatlığı yavaş yavaş nüksediyor bedenimize. Oturduğun yer yumuşak gelmeye başlıyor. Ayağa kalktığında tabanlarının ağrısını hissetmeye başlıyorsun. Fazla hareket etmeden yaşamaya başlıyorsun. Bir yerde oturup aynı yere yatıyorsun. Aynı yerde yemek yiyor, aynı yerde sevişiyorsun. Odayı saran duman bulutunun altında hem ağlıyor hem gülüyorsun. Hem ciğerlerini hem de acılarını saklıyorsun o dumanın arkasına. İstiyorsun ki, barışsınlar. Hem ciğerlerin hem acıların bir bir barışsınlar birbirleriyle ve öyle yaşasınlar artık. Birbirinden kopamaz olsunlar ki, solmasın ciğerlerin acılar güçlendikçe.

22 Nisan 2017 Cumartesi

Sistematik Garezimiz

 Akşam vakitlerini burada geçirmeyi severim. Lakin her daim burada yaşayamayacağımı bilmenin üzüntüsüyle gülümserim. Yanlış koltuğa oturup kalkmaya cesaret edemiyorum. Ne doğru ne yanlış umurumda mı ? Sen bile anlayamazsın bunu. Sorsam herkesin elbet bir cevabı vardır bu çıkmaz sokağıma. Ama ölümün gözlerini yakaladığım bu uçsuz bucaksız köyün her bir taşına kefilim. Bir şekilde iyi olmanın yolunu bulur insanlar burada. Gözleri belki bir yol buluruz umudu taşıyan nice insan geçiyor yakınımdan. Yok olmanın eşiğine gelen nice hayatla birlikte yürüyorum yağmurun altında. Hepimizi aynı derecede kutsuyor. 

 Öncelikle utancın ne olduğunu tam olarak kavramamız gerekiyor sanırım. Bir insanın duyabileceği ender duygulardan bir tanesi. Her şeyden önce, yerine göre iyi gelir bu duygu. Tabi karşınızdaki vicdanlı biriyse. Utancın en büyük etkisi vicdana olur. Çünkü vicdandan gelir özü. Hiçbir şey saklamadığınız bir işinizi biri gördüğünde, hiçbir şey gizlemediğiniz bir gerçeği söylerken sizi biri dinlediğinde ortaya çıkar. Yok olur gider orada masken, sen ortaya çıkar. İşte o anda artık karşınızdakinin vicdanı ile yüz yüze gelirsiniz. Birinin sana karşı ne düşündüğünü, onun nasıl bir insan olduğunu öğrenmek istediğinizde ona utanacağınız gerçeği gösterin. Evet riskli biliyorum ama hayatta risk almadan yaşayabildiğimize inanıyor musun ki ? En kötü senaryonun en büyük alıcı olmadan her şeyi en çıplak haliyle öğrenmemiz mümkün değil. Alışıyorsun bir süre sonra acıya. Ne varsa şansına dair, her şeyi öğrendiğinde alışıyorsun her yokluğa. Kalkıp gitmek gerekiyor bazen kendinden. Yargılamıyorum hayır. Gerçekleri gördüğümü sanıyor olabilirim. Bildiklerimin üzerinde düşünmeyi çok fazla meslek edinmiş olabilirim ama kızma bana hep böyleydim. 

 "Bir ben var benden ötürü benden içeri benden ziyade. Balık da demiş ki ben öldükten sonra..."

 Bahsedeceğim duygular arasında aşk yok. Onu mevzu bahis edinmek benim harcım değil. Lakin sevgi üzerine konuşabiliriz diye umuyorum. İnsanoğlunun sevgi sözcüğünü ilk hissettiği an annenin sessiz karnı olmuştur her daim. Ardından herkeste o sevginin kırıntılarını ararız. Birinin gözlerinde, ellerinin verdiği sıcaklıkta. Ne yanlışız, ne de yorulmaya hakkımız var. Neresinden tutsak da bir anlam çıkarsak şu sokakların. Her bir penceremize bir hayalimizi saklarken, sanki dokunduğumuz her yere bir ısırgan tohumu ekercesine yol alıyoruz. Yok olmanın eşiğine geldiğimiz o son dönemlerimize bir melodi yazıyoruz farkında olmadan. Ama bir sözün yalan olup olmadığını nasıl anlayabiliriz ki. Kulaklarımızdan içeri giren, gözlerimizden aklımızı zehirleyen her bir kelimeyi ayırt etmemizin imkanı yokken, bir şeyleri kendimize amaç edinmek için kandırdığımız kanlı kalplerimizin hesabını kimler verecek gökyüzüne. 

 Bu karanlığın her daim bir anlamı olmuştur çağlar boyu. Başlarda hayatta kalmaya çalışan insanoğlunun bugün de temel amacı değişmemiş olsa da, aklının ücra köşelerinin bir bir istila edildiği ve bilimin her yeni tepkiye bir an önce isim koymaya çabaladığı şu dönemde işler iyice boka sarmıştır. Artık kim yalancı bilemediğimiz bir çağda doğruları söylemek ne kadar dürüstçe olur bilemiyorum. İmkansızı kovalamak hala önemli olan mı yoksa ayak uydurabilmek mi bilemiyorum. Ayak uydurmaya direndiğin dönemlerde bir anda aykırı olmanın moda olması gibi üzücü olaylara şahit olan bedenler nerelere kaçsın ? Güzelliklerin her birini bir bir sıkıştırarak saniyelere dolduran tüm sisteme diyebileceğimiz söz kalmamış. Can çekişen her bir ruha bir ilaç yazılmış sanki işe yararmış gibi. İnsanoğlu gökyüzünün arkasını görmeye başladığında kaybetti ruhunu.Ne vardı sonunu bilmeseydik dünyanın; nehirleri deniz sanıp her gördüğümüz doğa güzelliğine bir ruh koysaydık, saygımızı esirgemeseydik. Cansız ile canlıyı ayırmanın yettiği, gökyüzüne baktığımızda orada kimlerin yaşadığını düşündüğümüz zamanların en güzeli.

 Ve kalktı eli adamın gökyüzünü işaret ederek. Ya bu hali açıklayacak bir cümle bulacak kendine, ya da yok oluşların en şanlısına göğüs gerecek bu sokakta. Saklanmanın yararı yok artık çık dışarıya. Yüzleşebildiğin en değerlini bulup ona sarıl hiçbir şey düşünmeden. Bir şekilde hayat devam edecek çünkü...

21 Nisan 2017 Cuma

Gördüklerime İnanmam Gerek

https://www.youtube.com/watch?v=eZW1-yMBHZ8
Ölüme uzunluğunu veren şahıslara gömdüm tüm gece. Ne nefes alışverişim değişti, ne de bir heyecan yüklü kervan geçti tuzaklarla dolu tekinsiz yollarımdan. Sızlayan burnumu her seferinde daha güçle çektim. Sahipliğimizin en büyük derinliğinde kaybolan tüm o çürümeye mahkum bedenler arasından kaçında tozlu hayaller kurmuştum. Her birine saplanan bin bir parçamı nasıl söktüler ki özümden. Nasıl bitirdiler beni öyle dirhem dirhem. Derin ormanın her bir döngü gecesine karışmıştım oysa sabahımda. Şimdi tozlu metro sayfalarını üflüyorum ciğerlerimden içeriye. Yazdığım her kelimenin yükünü taşıyorum üstümde. Dakikaların içerisinde saydığım saniyelerde ne yaşadıysam onların pişmanlıklarından kaçıyorum. Zamanlarla oynayıp algıların pusulalarını parçaladığım tüm vakitlerime gülümsüyorum. Ve şimdi her şeyin bir sonunun olduğu gerçeğini bir kez daha suratıma vurdu hayatın melekleri. Melekten öte varlıklara aşık olmanın prangalarına tutunacak kadar acınası bir haldeyim.

 Gelirken ne getirdiğinizin ne anlamı kalıyor ki gidenlerin hepsi birer parça koparıp giderken. Eskiden daha atik olduğumu anımsıyorum. Yani bedensel değil de, daha çok zihinsel olarak. Daha hızlı düşünür, daha hızlı karar verir ve daha hızlı yaratırdım. Karar verirken fazla düşünmezdim ama içimde bir yerlerde hissederdim doğru yolu; doğru çıkardı çoğu zaman. Keskin bir netliğin yüce deryasında keyifle yüzerdim. Kabul edeyim eskiden daha saygındım. En azından kendi içimde. Kendime daha fazla saygı duyardım. Belki bunu narsistçe bir kendini sevme bile diyebiliriz. Şimdi aynaya bakmaya utandığımız hiçbir geceyi unutamıyoruz. Neden ? Çünkü gözlerinde evrenin tüm açıklarını gören bir ruh gördüklerini asla unutamaz. Gerçeklerin acı çığlıkları yankılanır beyninde. Keskinliği tenine batar. Bundandır uyuyamaz bazı geceler o insan. Biz neden buradayız. Biz ne yapıyoruz. Neden yapıyoruz. Cevaplarını bilsem burada bir dakika bile durmayacağım o yoksun sorular beynimin her köşesinde yankılanırken rahat durabileceğim, huzur bulabileceğim, imkansız ama belki de mutlu olabileceğim her bir deliğe sığınıyorum. Takılacağım her bir taşta kendimi yerde buluyorum. Olasılıklar bir şekilde yine başa dönüyor, durduramıyorum.

 Eskiden daha kuvvetli olduğumu anımsıyorum. Yani bedensel değil de, daha çok zihinsel olarak. Daha sert vurur, daha sertini karşılar, bir şekilde daha ağırlarını kaldırırdım. Ama kendimizi sakladığımız o küçük kalenin her düşen taşının açıklığından bir mızrak saplanıyor kalbimize. Elimizle buyur ettiğimiz her insan bir şekilde o deliği yakalıyor ve kanatmadan bırakamıyor. İnsanoğluyuz biz, zaaflarımız var. bir açık bulduğumuzda orayı deşmeden duramayız. Yenik düşeriz içimizdeki konuşana. Arkadaşlarım şahittir, elimden gelen her şeyi yaptım onu dinlememek için. İnkar edilmeyecek kadar dayandım da. Lakin gün gelir ve tüm açan çiçekler kendi mezarlıklarını yaratır ve huzurla uyurlar. Günün geldiğini anladığınızda, geride bıraktığınız hiçbir şeyin anlamı kalmamaya başlar. En engin hatıralar başlar sonbahar meşe yaprakları gibi bir bir solmaya. Önce hatırlamamaya başlarsınız, sonra duymamaya. Hangi gündü o bayram, kaçına denk geliyordu ramazan. Kaçıncı yıl dönümüydü bizimkilerin. Ne zamandı onun doğum günü, nerede unuttum bazı parçalarımı. Yanmış bir film karesi gibi tek tek çürür giderler. Sonun tek güzel yanı, kaybettiğin her bir şeyin boşluğunu bir şekilde buruk bir huzur doldurur. Kendini engin karanlığın şefkatli ve soğuk ellerinin arasında yavaşça bırakırken uykuya dalarsın. Uyanmak istemiyorsun, sonsuza kadar.

 Ve takdir edilir her bir alkışla. Gözlerdeki parlak ışığın her bir yansımasıyla değerin ölçülür. Güzel işler yaparsın ya, bir gün olur cevap bulur. Ve sakince yok olur her şey. Tek tek göçer sevdiklerin akıl limanından uzak denizlere, başka memleketlere. Sakince gözlerini kapatır ve sığınırsın kendi düşlerine. Aklını çelmesine izin vermediğin her bir anının gürül gürül dolmasına izin verirsin bir süre sonra. Nefes almak zorlaşıyor. Artık son demlerimizde kaynıyoruz zaman daralıyor. Zamanımız geldi artık. Bitti, daha tutma ciğerlerinde.

15 Mart 2017 Çarşamba

Zamandaki Anıt



     Ölümün gözlerini gördüğünüzde, hayatınızda yaşadığınız tüm acılar ve sevinçler bir film şeridi gibi önünüzden geçmez. Eğer varsa diğer tarafa götüreceğiniz tek şey yarım bıraktıklarınız, pişmanlıklarınız, düzeltmek istediğiniz anlar olur. Bunların ne kadar olduğuna bağlı olarak ruhunuz cenneti yahut cehennemi yaşamaya başlar. Büyük sınavın ne olduğu hakkında herkes bir teori ortaya koymuştur yüzyıllar boyunca ama kimse gerçekten ne olduğunu bulamadı. Peki sizin hayatınızda yarım bıraktığınız neler var. Bir düşünün, onca söylemediğiniz sözler. İyi ve ya kötü, kalp kırıcı yahut iyileştirici etkili fark etmez. Söyleyemediğiniz, kendinizi durdurduğunuz yahut bir şeyin sizi durduğu tüm o anları düşünün.

 Ne kadar ironik öyle değil mi. Durup da geçmişi düşündüğünüzde yeniden o zamana dönseniz yapmayacağınız ya da yapmak istediğiniz ne çok şey var. Mesela o kırıcı lafı ettiğinizde karşınızdakini ve kendinizi geri dönülmez bir yola soktuğunuzu bilseydiniz söylemezdiniz. Ya da o iyi niyetiniz ile konuştuğunuz o kişinin ileride sizi derinlemesine kıracağını, mahvedeceğini bilseniz belki de yapmazdınız o iyiliği. Daha da derinlemesine inelim. Karıncalanmalar başladığında uyarın kendinizi. Yaptığınız küçücük bir seçim sizi olduğunuz bu felaket güne getirdi. Kaderin hepimiz için ördüğü o ince ipliklerin arasında boğulup giderken, durup düşünebilecek küçük bir vakit ayırın kendinize. Tanıdığınız insanları tek tek, tanımasaydınız nasıl olurdu diye düşünün. Sadece yolda selamlaşıp geçtiğiniz o insanlardan yahut yalnızca bir gece geçirdiğiniz o kadın ve erkeklerden tutun da, can yoldaşınıza, hayatınızın aşkına kadar. Hepsi için ayrı küçük bir an yaratın kendinize ve düşünün. Düşünün çünkü bu gün yaşadığınız bu an belki de yarın geri döndürmek istediğiniz an olacak. Üzerinden geçtiğimiz her saniye bize karşı kullanılabilecek bir silaha dönüştüğü bu dünyada anı yakalamak artık neredeyse imkansız oldu. Sonunda dünya pişmanlıklarında boğulan sefil insanların kurtulmak istediği bir cehenneme dönüştü. Teknoloji ve bilimin gittikçe hayatı daha da kolaylaştırmasını izlerken, bize kalan tek şey düşünmek oldu.

 Düşünmek, düşünmek, düşünmek... ve sonunda başladığımız yere geri dönüp artık bu yüzyılda tek yaptığımız şeyin çember çizerek kendimizi oyalamak olduğunu anladığımızda insanlar ikiye ayrılıyorlar. Kimi insanlar pes edip en azından oyalanayım diyerek devam ediyorlar tekrarlarını yaşamaya. Kimi insanlar ise isyan edip bir şekilde kırmaya çalışıyorlar girdikleri bu derin ve akıl almaz paradoksu. Kim kazanır dersiniz? Daha doğrusu kim doğruyu yapıyor? Kim haklı? Kim daha mutlu? Sistemin içinde devam edip hayatta kalmaya çalışanlar mı? Yoksa sistemi kırmaya çalışanlar mı? Şu ana kadar kimse olmadı sanırım. En azından bu kadarını gözlemleyebilen bir kaç insan var. Her daim büyük kumarbazlardan duyulan bir laf vardır. Kazanan yoksa oynamanın mantığı nedir? Bunu düşünebilsek de, içimizdeki o anlam veremediğimiz korku bizi hep engelledi.Bu korkunun adı defalarca kez değişti. Din oldu, ırk oldu, şehirler oldu, ülkeler, imparatorluklar, kıtalar oldu, uzay oldu. En küçüğünden en büyüğüne kadar sürekli insanoğlu bir şeylere inanıp sürekli bir kavga içerisinde oldular. Ne insanlık yok oldu, ne de taraflar. Her daim adı değişse de, taraflar hep aynı oldu. Şimdi ne isim veriyorlar günümüzde? Bir önemi kalmadı artık isminin. O kadar alıştı ki insanlık bu kaos içindeki düzene. Her şeyi ellerinden alsan bile bir şekilde iki ayrı taraf oluşturup kavga etmeye devam ederler. Taraf olmamayı başaran var mı? Varsa da bizim onlardan haberimiz yok. Çünkü tarafın yoksa, bu dünyada değilsin demektir. Seni silerler, görmezler, adını bile anmazlar. Sen onlar için boş bir bedensindir.

 Gökyüzüne baktığınızda artık görebileceğiniz pek bir şey kalmadı beyninizde. Erittikleriniz haricinde kalanlar ise, bir gün onlar da solacak. Ne yapmak gerek siz düşünün. Bu kadar çıkmaza rağmen görüyorsunuz ya, herkes kendine bir şekilde bir yol çiziyor ve o yolda yürüyorlar. Kanunsuzu da, polisi de. Korkağı da, cesuru da. Bilgesi de, cahili de. Şimdi durup bir düşünün. Bu dünyanın neresindesiniz. Sizin yolunuz neresi. Bunlar bir soru değil çünkü zaten şu zamana kadar çizmediyseniz yolunuzu merak etmeyin birileri sizin yerinize çoktan çizmiştir. Çünkü zaman asla beklemez. Mutlaka herkes yürümeye devam etmeli. İsteseniz de, istemeseniz de. Durabildiğiniz nadir anlardan birinde kendinize kulak verin ki, başkasının yolunda heba olmaya devam etmeyin. Ne olursa olsun kendi yolunuzu çizin.

6 Ocak 2017 Cuma

Aydınlıklardan Uzaktayım

 Merhaba. Uzun zaman sonra yeniden yazmaya karar verdim. Kim bilir belki bir gün gelir ve hiç durmadan yazmaya devam ederim. Nedeni bilinmez nadasımın daha da derine ilerlemesi beni gittikçe korkutsa da, sanırım son demlerini yaşıyorum artık. En sevdiğim diyebileceğim her şey yavaş yavaş silinmeye başlıyor aklımda. Bir uğultu var kulağımda hiç gitmeyen, peşimi bırakmayan. Umut dağlarıma büyük bir sis çöküyor yavaş yavaş. Git gide zehirliyor beni. Önümü göremiyorum.Hangi yola gireceğimi bilmiyorum. Zararına yaşıyorum artık. Yaratımım durdu. Sözlerim kayıp, sesim çıkmıyor. Vurasım geliyor bir yerlere. Zarar görmek istiyorum çünkü ben hariç etrafımdaki herkes zarar görüyor.

 Yapılmış tüm evler bir gün yıkılacaktır doğru ama anılarla birlikte gitmesi üzüyor insanı bir yerde. Hafif yağlı boyanın elinizde bıraktığı hissiyatı unutamadan, yerinde yeller estiğinde çok zor oluyor nefes almak. Saplanıp kalmak istiyor insanoğlu bir yerlere ama nafile. Göçebe yaratılmışız. Yolunu kaybedince yapılacak ne kalıyor geriye bilmiyorum gerçekten. Gökyüzü kadar uzak geleceği bırak, bir adım sonrasını hesap edemiyorsun bir süre sonra. Ne olduğun yere aitsin, ne de olmak istediğin. Evsizlik bu oluyor sanırım. Başını sokabileceğin bir çatı var ama gönlünü kurutabileceğin kuru bir yer bulamıyorsun. Bir sedir olsa yeter diyebileceğin bir yer yokken kral yatağı serilse de koltukta uyuyorsun işte. Tutarken küçük ama olsun dediğin ev kocaman gelmeye başlıyor artık. Bir yerinden diğerine gitmeye üşeniyorsun. Olduğun yere sinip kala kalıyorsun. Yemek yapmıyor, çamaşır yıkamıyorsun. Haliyle bulaşık çıkmıyor. Sadece her bir vaktini içine doldurduğun çöp poşetleri kalıyor geriye. Hadi onu da atlattın diyelim. Şarkılar var daha şarkılar. Onlar bırakır mı peşini. 

 Diyorum ki bir kedi alayım. Onu besler, sever, onunla eğlenirim. Çeşitli salaklıklarını izler gülümserim. Saat kaç olmuş ben neler söylüyorum. İyice günlüğe çevirdim yazıyı. Henüz susmamam gerektiğini biliyorum ama nafile işte. Yine nafile yine nafile. Kısa ama öz olsun her daim.

19 Temmuz 2016 Salı

Başlıksız Günceleri

"Hayatım daha hazırlanmamışsın ama... " Şule odaya hışımla girerken bu sözleri söylüyordu. Ahşap parke üzerinde çıplak ayaklarıyla sekerek girdiği odada modern ışıklardan bir kaçı yanar halde bırakılmış, yatağın saten örtüsü düzgün bir biçimde yeniden serilmiş, üzerine bir çift yastık itina ile yerleştirilmişti. Yatak yanlarının vazgeçilmezi etajer üzeri lambaları nedense kapalıydı. Keskin hatların çizildiği ve ne istediğini bilen insanları yansıtması için tasarlanmış duvara gömme gardırop aynaları, zaten büyük olan odayı daha da büyük gösteriyordu. Üzerine tam oturan şık siyah bir elbise, altında çorap yok. Güzelce düzleştirilmiş ve maşalanmış dipleri koyu kahve uçlara doğru sararan saçları, elinde kıyafetine uygun parlak taşlarla süslenmiş küçük çantası ile Şule odanın girişinden diğer taraftaki banyo kapısına dikti gözlerini. Kapı siyah, naçar kol düğmeleri ile kutsanmış keskin beyaz gömleği üzerinde rahat bir şekilde taşıyan bir el tarafından aralandı. Kapı aralandıkça elin sahibi bir kaşı yukarıda, gözlerinde şaşkın bir ifade ile sevgilisine bakıyordu.

 Aman be sıkıldım bu ne böyle. Ömer Seyfettin seks hikayesi yazıyormuş gibi. Ahmet'i tarif etmeyeceğim çünkü aşırı derecede sinirimi bozuyor. Olayı kısaca belirteyim, böyle hayatlar yaşayan insanlar var işte. Altlarında güzel arabalar, geceleri clublar, sabahları iş yerinde sıkılıyorum heştegleri--program bana burada yanlış yazdığımı söyleyip 'şunu mu demek istediniz: erişteler' dedi. Bilgisayarım bile fakir--, kim ne der sorunu yok. Canlılar anlıyor musun ? Canlı olduklarını düşünüyorlar. Ayarsız derecede sağlıklı yaşamları nasıl oluyor anlam veremiyorum. Geceleri nasıl rahat uyuyorlar öyle. Ben de sanki gözetlemişim gibi söyledim ama evet gözetlemesem de gözlemliyorum bir şekilde. İster istemez takılıyor gözüm çünkü anlamlandıramadığım bir olay dönüyor oralarda. " Nasıl yani ya şimdi siz mutlu musunuz ? " diyesim geliyor ama utanıyorum. Onlara normal olan şeylerin bazılarını daha önce hiç hayal etmediğimi fark ediyorum. Biz mi yaşamayı bilmiyoruz hayat mı bizimle dalga geçiyor anlamadım ki. Kader deyip geçeceğim ne yapayım. Günlerce aylarca yıllarca bu konu üzerinde duracak değilim zira üzerimde bir ton yük var atmadığım, kilometrelerce yol var gitmediğim, beyin dolusu geçmiş var aşamadığım, bir ömürlük gelecek var henüz ulaşamadığım. Her birini tek tek özenle öreceğim tıpkı kader gibi. Bahtıma yaşar, kahrıma söver, canıma bakarım. Cin fikirli olmaktansa aldanalım bırakın.

 İkilemleri birleştirmek gerekirse kalem ve kağıttan başlamak gerek. Sonra dürmeliyiz defteri. Yavaşça sürmeliyiz kalbe böyle yedire yedire ki eşit dağılsın acılar bir tarafa yoğunluk verilmesin. Kısa kısa, kelime kelime, cümle cümle, paragraf paragraf birleştirmek yap bozun tüm parçalarını hayatta. Ne devrikledim be yazıyı. Bir süre sonra iflahımız kesilecek ama alışınca ve hoşuna gidince böyle oluyor. Nasılsa kimse okumuyor. Okuyan da kendine saklıyor mis gibi. O yüzden boş verdim gitti. Bak başka bir şey anlatayım, böyle rüyalar görmek yorar insanı. Ben sana diyeyim. Hatırlamamaya çalış yani onu öylece orada bırak gitsin. Üstüne biner örselenirsin. Günlükvari oldu biliyorum ne yapalım belki arada böyle şeyler çıkar. Bilemeyiz. Kader. Gerisi. Can Sağlığı. Bilemeyiz. 

Bu arada bu günün tarihini ve saatini not alın. Sonuçta bir kez daha gelmeyecek.